Merhaba,
Şeytanın insanlığa (aşkın bir varlık olarak) zulmünün sonuna yaklaşıyoruz. Kendisi yerini, 19 yy'la beraber insanların beynindeki şeytana bırakacak ama buna biraz daha zaman var. Bu olmadan önce; o ve onun fikrine sığınanlar, son bir kurguyla taarruza kalktılar; bilgiye aç ama ahlaksız bir insanı ruhu karşılığında güçle donattılar. Bu senaryoya göre şeytan, Tanrıyla son bir defa daha bahse girmiş, onun sevgili kullarını nasıl kolayca ayartabileceğini göstermek istemişti. Eğer, bahsi alırsa varlığı garanti altındaydı. Aksi takdirde, cennetten kovulmasından bin kez daha kötüsü olacak; kötülüğün tahtından kovulacaktı.
Faust, bu son kalkışmanın kurbanıydı. Her ne kadar kendisini ve hikayesini Goethe'nin görkemli eserinden bilsek de, öncesini de unutmayalım; Martin Luther'in zamanına kadar dayanan; hatta belki çok daha öncesine, Eyüp'ün çilesine kadar giden bu ikilem son bir defa sahneye çıkıyor. Gelin hep beraber zavallı Faust'un trajedisini okuyalım.
Yazılı tarihin başından bu yana tanrılar ve tanrıçalar, sadece evrenin yaratılışı, kendi aralarındaki kavga, gürültü, entrika ile uğraşmadılar. En az bunlar kadar önem verdikleri başka bir işleri daha vardı; insanlara azap olmak, onları çileden çıkarmak. İlk örneğini İnanna'da görmüştük; Gılgamış'ı kendisine istemişti ama ret edilince gazap olup üstüne yağmıştı. Antik Yunan'da Zeus rahat durmaz, onun bunun karısına tecavüz ederdi. Hera zaten ayrı bir hikaye, koca bir toplumu alaşağı etmek için elinden geleni ardına koymamıştı. Kitab-ı Mukaddes'deki Eyüp'ün Hikayesi ile beraber, Tanrı ve o dönem daha adı konulmamış şeytanın aralarında girdiği iddiayla, yine mazlum insanların çektiklerini okumuş; neden böyle şeylerin başımıza geldiğini merak edince de, Tanrının planını anlayamayacağımız konusunda aydınlatılmıştık.
Buraya kadar gördüğümüz, pantheonun eziyetine maruz kalan insanlar masumdu; aşkın varlıklar ve kozmogoniyle ilgili bir dertleri yoktu. Onların gündelik hırsları vardı, ayrıca şeytan veya benzeri bir varlıkla yapılacak anlaşmanın onları kariyerlerinin zirvesine çıkartacağından da bir haberdiler. Ta ki Faust'un hikayesine kadar. Bu hikaye ile bazı şeylerin kolay yoldan edinebileceğini görmüş olduk; şeytan hem kariyer, hem bilgelik için kısa devre yapabiliyor, uzun seneler boyu sürecek çileli (ama başarı olasılığı düşük) çalışmanın bizi ulaştıracağı yere ansızın kavuşturuyordu. Tabi küçük bir ödeme karşılığında; işe yaramaz ruhumuzu alıp giderek.
Ruhunu şeytana satanların ilki Theophilus'du. Bizans İmparatorluğu döneminde 6 yy.'da Adana'da yaşamış bu diyakoz, piskopos olmak için bir necromancer aracılığıyla şeytanla anlaşmaya gitmişti. Hıristiyanlığa ve İsa'ya bağlılığın reddi karşılığında, Şeytan işleri yoluna koyup piskoposluğunu almasını sağlamıştı. Fakat, Theophilus hatasını fark etmiş, vicdan azabıyla kavrulurken Meryem'den yardım istemişti. Meryem'in aracılığıyla Tanrı nezdindeki yerini tekrar kazanmış, şeytanla arasındaki anlaşma bozulmuştu.
Uzun süre hikaye bununla kaldı. 16 yy gelinceye kadar şeytanın bu rolünden bahseden olmadı. Cadı avlarında gördüğümüz gibi o kışkırtandı; onun yoluna düşenler pişmanlıklarını dile getirip (tabi Engizisyon kabul ederse) bu dehşet günahtan arınabilir, ruhlarını kurtarabilirdi. 16 yy'da Faust miti şekillendi; felsefe ve teoloji öğrencisi olan tarihsel bir kişinin yaşamına dayandırıldı. Bu kişi, felsefe alanında akademik bir derece aldıktan sonra hermetik büyüye yönelmiş, ardından yozlaşarak yıldız falına ve para karşılığı müneccimliğe soyunmuştu. Kim olduğu tam olarak bilinmeyen bu şahıs ve etrafına örülen bu prototip, Luther ve arkadaşlarınca yerden yere vuruldu. Gerekçeleri de hermetik büyünün, tanrısal bilgiyi zeka yoluyla elde etmek için kullanılan kibir dolu bir yol olmasıydı. Luther'in öğrencileri Faust karakterini ve onun şeytanla işbirliğini ele alan kitaplar yayınlamaya başladılar. 1587 yılında Johann Spiess'in kaleme alıp bastırdığı kitap bunlar arasında ilkti. Bu kitapta ilk defa Mephisto ile karşılaşırız; eserde adı "Mephostophiles" olarak geçer. Yunanca birkaç kelimeden oluşan bu isim, "Işığı Sevmeyen" olarak okunabilir. Bu da "Işığın Taşıyıcısı" anlamına gelen Lucifer için bir ironi olarak düşünülebilir. Bu ilk Faust eserinde şeytanın tezahürü griler içinde bir keşiş şeklindedir. O halde bu eseri, sadece Rönesans akımıyla beraber yükselmeye başlayan mantığın değil, aynı zamanda katolik kilisenin de bir yergisi olarak kabul edebiliriz. Christopher Marlowe'un unutulmaz oyunu Dr. Faustus, olasılıkla bu kitaptaki hikayeyi baz almıştır.
Kötülüğün Tarihi - 18 (Kayıp Cennet -1) yazısında gördüğümüz bilgi ağacı, Lucifer'ın onun meyvesini Havva'ya yedirmesi ve aydınlanan çiftin cennetten kovulması örgüsü; zaman içinde savrulup Faust prototipine yerleşmiş ve onda vücut bulan bilmeye olan açlığın bir eleştirisine dönüşmüştü. Her ne kadar bu merakın önü kesilemeyecek olsa da, son bir saldırı daha düzenlendi; Goethe'nin görkemli Faust'u sahneye girdi. Goethe'nin 60 yılını verdiği, belki de hiç bitmemiş bu eserde onun gençliğinden, olgunluk ve yaşlılığına kadar dönemlerinin getirdiği tecrübe ve yükü okuyabiliriz.
İlk kısmı romantik bir eser, bir trajedidir; Faust ve Gretchen aşkının üstüne çöken karanlık bir ruh; kibirli bir seçimin gazabıyla yanıp kavrulan masumiyet ve saflık vardır. İkinci bölümde Goethe, Faust ve Mephisto aracılığıyla birbirinden bağımsız bir çok toplumsal ve felsefi konuyu, bunlara bağlı görüşleri, düşünceleri ele alır. Seksenli yaşlarında (herhalde ölmeden bitireyim bari diyerek) konuyu toparlar ve tam Mephisto, Faust'un ruhunu alacakken işler değişir; melekler onu ışığa çekip şeytanın elinden kurtarır.
Goethe, kişiliği ve seçimleri itibariyle bir devrimci, isyankar bir ruh değildir. Aristokrasiye saygı duyar, ondan beslenir, eserlerinin sosyetede beğeni toplamasını ister. Haliyle, şeytanın kalkışmasını da bu çerçevede ele alıp, John Milton'un düştüğü hataya düşmemeye çalışır. Eserinin özünde Mephisto pek beğenilmeyecek, saygı duyulmayacak, "ama haklı" denilmeyecek bir tiptir. O Lucifer gibi, kendisine ihanet eden babasına karşı kederini ve aristokratik mülkiyet ve iktidarına karşı isyanını değil; muzip, sığ ve sıradan kötülüğünü yaşar. Yani, Lucifer bir anti-kahramana dönüşürken, Mephisto bir soytarıdan öteye gitmeyecektir; eser buna göre tasarlanmış ve ayarlanmıştır. Haliyle, Faust ve Mephisto'da birleşen düşünce, "Işığın Taşıyıcısı"nın görkemine ulaşamaz. Belki de bu eser hakkında en mantıklı görüşü Thomas Mann dile getirmiştir. Faust ve Mephisto'yu aynı kişinin iki yüzü olarak görür. Bu diyalektik sayesinde insanın bünyesindeki (sıradan) iyilik ve kötülük ayrı birer birey gibi sunulmuştur ama özünde kendi kafasındaki psikolojik labirente hapsolmuş hırslı bir ahmağın hikayesi olarak okunması daha anlamlı olabilir.
Her ne açıdan bakarsak bakalım, Goethe'nin eserinin sanatsal yönü yadsınamaz. Görkemiyle üstümüzde parlayan eser, epik bir destandır; tarihin başından beri tartışılan bir mitin son önemli varyantıdır. Fakat, o bile "gelmekte olanı" durduramamıştır. Gelecek bölümde 19 yy.'a atlayıp aşkın şeytanın köküne kibrit suyu döküyor ve asıl düşmanımızın peşine düşüyoruz.
Saygılar
Comments